BAŞKA BİR TARIK AKAN

Çocukken babam topluluk içinde heyecanlanmamam için karşımdakileri mezar taşı olarak hayal etmemi söylerdi. Bu düşünce beni hep ürkütmüştür. Sonraları kendimce bir yol buldum. Ben hiç kimseden üstün olmadığım gibi, hiç kimse de benden üstün değildi. Bu basit düşünce hayatım boyunca sosyal ilişkilerimde bana önderlik etti. Müdürüm, patronum, müşterim hiçbir zaman benden üstün olmadığı gibi ben de toplumun her kademesindeki insanlardan kendimi farklı ve üstün görmedim. Ancak hayatımda 3 insan vardır ki bunlar bu kuralıma istisnadır.

Tarık Akan, Edip Akbayram ve Zülfü Livaneli.

Bu üç adam, benim hayatımda kendilerinin hiçbir zaman şahidi olamayacakları çok özel bir boşluğu doldururlar. Her üçü ile bir vesileyle aynı ortamda bulunduğum halde konuşma cesaretini gösteremediğim kişilerdir. Hep eğer konuşursam dilim tutulur, göz yaşlarımı tutamam, hüngür hüngür ağlarım diye korkarım ve uzak dururum.

Bugün bu üç yıldızdan biri kaydı gitti. Çocukluğumuzun güler yüzlü Tarık Akan’ı tam da gönlümüzde tahtını kurmuşken, gençliğimizin çatık kaşlı devrimcisi olmuştu. Oysa, hayat onun için ne kadar rahat ve kolay olacaktı 70’li yıllardaki gibi jön imajı devam etseydi. O zor bir yolu seçti ve inadından hiç vazgeçmedi. Her şeyi elinin tersi ile itti, büyük idealler için büyük riskler aldı.

Hayatının en parlak döneminde bir gece yarısı, mahkum Yılmaz Güney’i bir film senaryosu için özel arabasıyla Adadolu’da uzun bir yolculuğa çıkarırken, yurtdışından tutuklanacağını bile bile Türkiye’ye dönerken hiç tereddüt etmemişti. Kaderin cilvesi, vatan haini propagandalarıyla  tutuklanmasına neden olan o zamanın Tercüman Gazetesi’nin ateşli yazarlarından biri 35 yıl sonra bugün aynı nedenle tutuklu.

Gayrettepe’de 2 m2 lik hücresinde bir MHP’li gençle peynir ekmeğini paylaşırken, Cannes’de Altın Palmiye’yi alan Yol filminin çekimi sırasında senaryo gereği vurması gereken bir atı vuramadığı için yönetmen Şerif Gören’le tartışırken insanlığı hep ön plandaydı. Selimiye’de tutukluyken yemeğini farelerle bölüşürken diğer mahkumlar ona gülüyorlardı.

Sorguda yediği tekmeler, zevk için ‘vatan haini’ Tarık Akan’a toplatılan çöpler onu yıldırmamış, dışarıda kaldığı yerden devam etmişti.

Aklımda ondan kalan aldığı ödüller değil, Mektup, Su da Yanar gibi pek tutmayan filmleridir. O sahnelerde Tarık Akan’ın hep kendini aradığını düşünürüm.  

Yıllar önce bir köy lokantasında gördüğümde gözlerine bakıp ağlama cesaretini göstermediğim için şimdi arkasından ağlıyorum. Çok üzgünüm.    

16.09.2016