BİR EDEBİYAT ELEŞTİRMENİNİN ARDINDAN

Fotoğraftaki yazarı tanıdınız mı? Bir çoğunuzun tanımadığına eminim. Zaten kendisi de, hem yaşarken, hem de ölümü sonrası hiç tanınmak istemezdi.

Onu 1986 yılında İnşaat Mühendisleri Odası’nda tanımıştım. Tesadüfen odanın aylık dergisinde ikimizden ortak bir yazı yazmamız istenmişti. O günü Gülümser Aydoğan ve Rıfat Göksu’nun çok iyi hatırlayacağını düşünüyorum. Biz o yazıyı bir türlü tamamlayamadık ama, bu sayede aramızda güçlü bir dostluk gelişmişti.

O günlerde Ankara’da, Kavaklıdere’de bir inşaat firmasında çalışıyordum. Evi işyerime o kadar yakındı ki, iş sonraları, Cumartesileri öğle sonrası aramızdaki yarım asra yakın yaş farkına rağmen, birlikte zaman geçirmekten ikimizde hoşnuttuk. Güniz sokaktaki kahvehane ve Kuğulu Park’taki kafe başlıca buluşma noktalarımızdı.

O günlerde sıkı bir edebiyat okuyucusuydum, dönemin Düşün Dergisi de elimden düşürmediğim dergilerden biriydi. Her seferinde okuduklarımı anlatmamı ister ve beni can kulağı ile dinlerdi. Ben Hüseyin ağabeyin 1950-1960 yılları arasında Edip Cansever,  Behçet Necatigil, Edip Cansever üzerine çalışmalarını öğrenmiş eleştiri kitaplarının sadece birini Zafer Çarşısı’nda bulup okumuştum ve onun yıllardan beri kitap yazmadığını biliyordum. Geçmişe fazla değinmez genç yazarlar üzerine konuşmaktan hoşlanırdı. Ona, Oya Baydar, ve Tomris Uyar’ın her ay Düşün Dergisinde çıkan yazılarını yüksek sesle okurdum. Kavaklıdere’deki kahvehanede bazen akşama kadar yazı yazdığına şahit olurdum. Çaktırmadan göz ucuyla yazdıklarına baktığımda okumamam için beni uyarırdı. Kimse okumayacaksa neden yazıyorsun abi derdim, susar, cevap vermezdi. Evinde basılmamış yazılardan oluşan koskoca bir kütüphane vardı, ama ben dahil kimsenin okumasına izin vermez ve asla yayınlatmakta istemezdi.

Çok iyi bir mühendisti, onca yıl geçmesine rağmen altından kalkamadığım bazı karmaşık hidrolik ve akışkanlar mekaniği sorularımı üşenmeden çözmeye çalışırdı.

Hüseyin Abi’nin evinde içtiğimiz şarapları hayatım boyunca bir daha tatmadım. Her geldiğimde 1960’lı yıllardan bir şarap açar, onu güzelce tülbentten süzer ve özenle ikram ederdi. Bazı günler arkadaşlarımı da getirirdim. Sanırım bir kez de Sefa Öker bize eşlik etmişti.

1990’lı yıllarda evlendim ve Ankara’dan İstanbul’a taşındım. Birkaç kez telefonda görüştük ama uzak düşmüştük.

2 Temmuz 1993. Sivas’taki yangının külleri henüz sönmemişti. Kaybettiklerimiz arasında Asım Bezirci’de vardı. Hüseyin Abi Asım Bezirci’yi çok severdi. Ankara’ya geleceği günü iple çekerdi. Gece evden çıktım, Darphane’den Beşiktaş Postanesi’ne kadar yürüdüm. İki tane jeton aldım, ankesörlü telefondan Ankara’yı, Hüseyin Abi’nin evini aradım. Uzun uzun çaldırdım, kimse telefona çıkmadı. Zaten telefona çıksaydı da söyleyeceklerimin tamamı boğazımda düğümlenecekti.

On yıl sonra, yine bir yaz günü Hüseyin Cöntürk’ü kaybettik. Ölümünü Cumhuriyet Gazetesi’nin Kültür sayfasından öğrendim. Yazının başlığı ‘YAZINDAN BİR GÖZ EKSİLDİ’ idi. Cenazesine gidemedim, zaten törenlerden kendisi de hiç hoşlanmazdı, nikah törenime dahi gelmediği gibi.

Yıllar sonra, Galatasaray’da Yapı Kredi Yayınevi’nde kitapları incelerken gözüme tuğla gibi iki tane kitap ilişti. Çağının Eleştirisi, Birinci ve 2. Kitap. Karşımda Hüseyin Abi’nin kocaman bir fotoğrafı duruyordu. Genç şair arkadaşları kimseyle paylaşmadığı yazılarını bir bir yayınlıyorlardı. Daha sonraları Eleştirmenln Arzusu, Divan Şiiri Üstüne Denemeleri yayınlandı. Kendi arzusu ile olmasa da,  Hüseyin Cöntürk kitapları artık Modern Türk Şiirin başyapıtları olarak kabul ediliyordu.

Bazen uykum kaçtığında gece Hüseyin Abi’nin başucumda duran kitaplarından birini elime alıyor ve okumaya başlıyorum. Birden yazılarını okuduğumdan dolayı kızdığını aklıma getirip, suçluluk duygusuna kapılıyor, uzun uzun geçmiş zamanı düşünüyorum.        

19.08.2016