BİR KIR DÜĞÜNÜ

 

Düğün kavramına çok mesafeli durduğum halde son yıllarda epeyce bir düğün kültürüm gelişti. İyi ki de öyle oldu, çünkü insanları geç de olsa daha yakından tanıma fırsatını yakaladım. 

Eskiden yüzeysel bir bakış açısıyla, aslında bir ayrılık şarkısı olan İtalyan “Cinquantamila Lacrime” ile gelin ve damadın salona girişlerini ve de Angara’nın Bağları türküsü ile göbek danslarıyla biten düğünleri komik ve kişiliksiz bulurdum. 

İki kişi gerdeğe girecek diye onlarca kişinin mastürbasyon (kişisel ego tatmini anlamında) yapması bana göre olayın gerçek kahramanlarına saygısızlıktı.

Yaşlandıkça bu radikal düşüncelerim değişti. Özellikle de bir Roman arkadaşımın ısrarlı davetiyle gittiğim bir kır düğününden sonra…

Gelin tarafı Doğu Karadenizli idi. Karşı taraf da malum Roman. Anlayacağınız iki tarafta baskın. Hem de öylesine baskın ki, ortada adeta bir müzik yarışması var. 

Üç beş dans müziği çalındıktan (ki bu melodilerde genellikle eski günlerin özlemiyle 60 yaşın üzeri at kuyruklu veya keçi sakallı erkekler eşlerini gururla dansa kaldırır) sonra Doğu Karadeniz müzikleri başladı. 

Coşkulu gençler ve yaşlılar tereddütsüz sahneye koştular. Karadeniz dansları, müziğin şiddetini artırmasıyla Trabzon kolbastısı ve daha sonra da doğal olarak horonlar. 

Sona doğru melodi öylesine tekdüzeleşir ki, sahnedeki horon tepen grup eşliğinde düğünün sonuna kadar bu kendini durmaksızın tekrar eden ritim hiç durmayacak sanırsınız. 

Tam da bu Karadenizliler Romanları da bastırdı derken, birden gecenin geç saatinde dağı taşı uyandıran Roman havaları başladı. Bu öylesine bir coşkuydu ki, bütün Karadeniz ahalisi ve bizler şaşkınlıkla izliyorduk. İnsan duygularının böylesine yüksek doruğa ulaştığı çok ender ana tanık oldum.

Aklıma yıllar önce okuduğum Sabahattin Ali’nin Değirmen isimli öyküsü geldi. Çingene genci Atmaca, sevdiği sakat kız uğruna, ona yakınlaşmak için kolunu kesmişti. Böylesine coşkulu yüce bir sevgiyi ancak bir çingene sahip olabilirdi.

Düğünden sonra epeyce düşündüm. 

Toplum içindeki ön yargıların etkisiyle kendilerini tanımlarken çingene yerine Roman diyerek, aslında kendilerine haksızlık yaptıklarını düşündüm.

Kıskandım, dünyayı böylesine dolu dolu yaşayamadığım için. 

Tekrar dünyaya gelseydim çingene olmak ister miydim?

Ödedikleri bedelleri düşündüğümde yine de emin değilim.

18 Mart 2018