BİR MEŞİN TOP HİKAYESİ

1973 Yılı yaz ayı idi. Okulların tatil olmasına çok az bir zaman kalmıştı. Heyecanla bekliyorduk. 2. Lig takımlarından Beyaz grupta Adana Demir Spor 1. Lige çıkmayı garantilemiş,  maçlar tamamlandığı halde Futbol Federasyonu Kırmızı grupta hangi takımın 1. Lige çıkacağına karar vermemişti. Son haftaya kadar Kayseri Spor ligi önde götürmesine rağmen şampiyonluğunu ilan edemiyordu. O zamanlar da futbol takımlarının korkulu rüyası, Trabzon Spor değil, şimdiki gibi fanatik Trabzon taraftarıydı. Gençlerbirliği otobüsü Ordu-Trabzon yolundan aldığı tehditler yüzünden maça çıkmadan Ankara’ya geri dönmüş, Pazar günü Trabzon stadında seyirci kadar asker ve güvenlik gücü olduğu halde maça çıkamamıştı. Nihayet 2 hafta sonra Gençler Birliği hükmen yenik ilan edildi ve Kayserispor 1. Lige averajla yükseldi. Şenol Güneş’li, Ali Kemal’li  Trabzonspor, lige bir yıl sonra çıkacak ve sonraları yıllarca 3 büyüklere kök söktürecekti.  2. Lig şampiyonluk maçında Fatih Terim’li Adana Demir Spor penaltılarla Kayserispor’a yenilince bizim keyfimize diyecek yoktu.

Resme dikkatli bakın; ön sırada sol başta oturan Mehmet Gümüşsoy, lakabıyla Cicom, (Basketbol arkadaşımız Ahmet’in ağabeyi, bu lakap daha sonra Ahmet’e  miras kalsa da, orijinal lakap ona ait olmadığından biz ona kızdırmak için aramızda Sahte Cicom derdik),   ayaktakilerden 2. Sıra ise Nuri abidir.

Kayserispor’lu Nuri’nin yeri ben ve benim gibi Molla Sokağı çocukları arasında çok farklıdır.  O zamanlar çok seyrek arabaların geçtiği sokak araları aynı zamanda bizlerin top sahalarıydı. Enine küçük olsa da, taştan kalelerin kurulduğu en az nizami futbol sahası kadar uzun olan sahamızda yaptığımız maçlar mahallemize yeni taşınan Nuri Zincirci geçerken, ona kendimizi gösterebilmek için kıran kırana geçerdi.  Molla sokağı çocukları işçi ve memur ailelerinin çocuklarıydı. O zamanlar henüz spor ayakkabıları olmadığından genellikle lastik ayakkabılarla oynanır, ara sıra değerli Sümerbank ayakkabıları parçalandığına akşamları evde dayak yerdik. Nuri abi, çok farklı ve modern biriydi. Düzgün İstanbul aksanıyla konuşur, güneş gözlüğü takar, eşi ile el ele gezerdi. Anlayacağınız o zamanki Kayseri diliyle biraz ‘tankü’ idi. (Bu tankü değimini  Kayseri dışında kimseden duymadım.)

Nuri abi, bir gün elinde beyaz bir meşin top ile geldi ve topu bize hediye etti. Düşünebiliyor musunuz o zamanlar sadece stadyumlarda gördüğümüz meşin top, üstelik beyaz. Bununla kalmadı,  her öğleden sonra eşortmanlarını giyiyor aşağı inip bize antrenman yaptırıyordu. Yorgun döndüğü Kayseri spor idmanlarından sonra bile bizimle ilgileniyordu. Tek taviz vermediği zaman öğleden sonraları balkonda güneşlendiği zamandı. Biz de sokağın başındaki evin 3. Katını ona çaktırman izler, içtiği gazozun markasını bile bilirdik. Kendimize güvenimiz gelmişti, biz arka sokağın çocuklarından farklıydık artık.

Uzun ve sıcak yaz ayının sonu gelmişti, birkaç kez diktirdiğimiz meşin topumuzun rengi grileşmiş, Nuri abinin mahalleden taşınışının hüznünü yaşıyorduk. 1. Lig maçları başlamıştı. Her Pazar stadyumun önüne gidiyor, kapıların açılacağı son yarım saatte Nuri abiyi görebilmek için sabırla bekliyorduk. Bazen dayanamıyor, daha erken girebilmek için yüksek stadyum duvarına tırmanıyorduk. Bir keresinde tırmanırken polise yakalanmış, 25 kuruşa satın aldığım çemen ekmeğimi düşürmemek için  epeyce sayıda cop yemiştim.

Nuri abi mahalleden ayrıldığında biz bize bıraktığı yamalı eski topla baş başa kalmıştık. Molla Sokağı Çocukları arasındaki dirlik bitmiş, iki çete gruba ayrılmıştık. Adeta William Golding’in Sineklerin Tanrısı romanındaki çocuklar gibi canavarlaşmıştık. Geçimsizlik ve kavgalar bizi birbirimizden iyice ayırmıştı. Bizi artık birbirimize bağlayan tek şey ‘Beyaz Meşin Top’tu ve onu da paylaşamıyorduk. Bir gün aramızdan biri hırsla eve koştu ve ekmek bıçağını mutfaktan kapıp geldi. Hırsla meşin topu ortadan ikiye ayırdı ve bir parçasını önümüze attı.

Bu meşin topu her hatırladığımda içim sızlar, iyi ki Nuri abi bizi hiç öyle görmedi.

15.05.2016