BİTMEYEN ŞİİR

Bazen öyle şiirler vardır ki, bir kaç sayfadır ama üzerine yüzlerce sayfa kitaplar yazılsa bile, o bir kaç sayfanın anlattığını açıklamaya yetmez. Samuel Taylor Coleridge’in Kuble Khan’ı da (Kubilay Han) böyle bir şiirdir. Üstelik bu şiiri Coleridge bitirememiştir. Hayatı yazarken unuttuğu şiirin geri kalanını hatırlama çabasıyla geçmiştir. Hayal gücünün doruklarında yazdığı şiirin son bölümünü yine hayal gücünün diplerinde sürünerek bulmaya çalışmıştır, fakat ne yazık ki bulamamıştır.

Xanadu, Kubilay Han’ın dillere destan sarayı. Önceleri sinema tarihinin kült filmi Yurttaş Kane ile bizleri büyüleyen bu saray, çizgi roman, Martin Mystere’ın Xanadu çizimleri ile beynimizde biraz şekillense de Coleridge’in dizerindeki  görselliğe asla erişememiştir.

Xanadu, sarayın güneşli kubbesinin altındaki buzdan mağaralar, kulelerle ve içinden derelerin geçtiği aydınlık bahçeleriyle anılır. Şeytan aşığı kadınların feryatlarının duyulduğu derin bir yarıktan fışkıran güçlü su kutsal Alph nehrinin kaynağıdır. Orman ve vadilerden akan nehir, ucu bucağı bilinmeyen mağaralardan sessiz bir okyanusa akar. Çağlayan şelalelerin içinden Kubilay hanın atalarının sesleri duyulur.

Şiirin beğendiğim orijinal okumalarından birine,  https://www.youtube.com/watch?v=h9BRBP2pTlU den ulaşabilişiniz. 2002 Yılında Coleridge’in hayatını anlatan Pandamonium (Şiir Devrimi) filminde Doroty Wordsworth rolünü oynayan, Emily Woof’un yorumunu mükemmeldi ama bulamadım. Bulabilirseniz benimle de paylaşmanızı rica ederim.

1980’de başrollerini Olivia Newton John, Michael Beck ve

Gene Kelly’nin paylaştığı Fantastik müzikal Xanadu’da bu şiirden esinlenerek yapılmıştır. Olivia Newton John tarafından yorumlanan film müziğine, https://www.youtube.com/watch?v=oWeJ9p42ufg den ulaşabilirsiniz.

Şairin ruhunu yakalayan şiirin Türkçe çevirisini yıllarca bekledim.

Aşağıda Türkçe çevirisini yaptığım şiiri okuyabilirsiniz.

KUBİLAY HAN,

Xanadu’da Kubilay han,

Buyurdu yapılmasını bir keyif kubbesinin,

Kutsal Alf’in aktığı,

Ucu bucağı olmayan mağaralardan geçerek,

Karanlık bir denize aktığı o yerde. 

 

Çevresi kulelerle ve surlarla çevrilmiş

İki çarpı beş millik verimli topraklarda,

İçinden kıvrılan parlak derelerin geçtiği o bahçeler,

Çiçeklerini yeni açmış mis kokulu ağaçlar;

Ormanlar, şu tepeler kadar kadim,

Güneşli çimenleri kuşatan.

 

Ama, ama o derin romantik kanyon,

Yemyeşil tepelerden sedir ağaçlarına uzanan,

Her zaman kutsal ve tılsımlı, o vahşi yer!

Kaybolan perili ay ışığında,

Sevgilisi şeytanın yasını tutan o hayalet kadın.

 

Ve uçurumdan durmadan kaynaşan bu karmaşada,

Toprağın hızlı ve derin soluması gibi,

Birden güçlü bir kaynak fışkırdı:

Kesintili ve hızlı patlamalarıyla,

Dev parçalar fırladı, yere çarpıp tekrar zıplayan dolular gibi,

Veya harmanda düvenin altındaki kepekli tahıl gibi.

Ve durmadan ve durarak dans eden kayaların altından

Aniden fışkırdı kutsal nehir.

 

Beş mil boyunca dolaşarak kıvrımlı yollarda,

Kutsal nehir aktı ormanlardan ve vadilerden,

Sonra ulaştı ucu görünmeyen mağaralara,

Ve sonra gömüldü cansız okyanusun derinlerine:

 

Bu hengamede uzaklardan duydu Kubilay,

Atalarından yükselen savaş çığlıklarını.

 

Keyif kubbesinin gölgesi

Yüzüyordu ortasında dalgaların;

Orada duyuluyordu birbirine ahenkle karışan,

Kaynaktan ve mağaralardan yükselen sesler.

 

Görülmeyecek bir mucizeydi,

Güneşli keyif kubbesi ve buzdan mağaralar!

 

Düşümde görmüştüm,

Santur çalan genç kızı;

Habeşli bir genç kızdı bu,

Ve santurunu çalarak,

Söylüyordu Abora Dağı’nın şarkısını.

Zihnimde tekrar canlandırabilir miydim,

Çaldığı müziği ve şarkıyı,

Bana derin bir haz versin diye,

Gür sesle söylenen o uzun müzikle,

Kubbeyi havada inşa edecektim,

O güneşli kubbeyi ve buzdan mağaraları!

Ve bunu duyan herkes onları orada görecekti.

 

Herkes haykırmalı, Aman! Aman!

Şimşek çakan gözleri ve dalgalanan saçları!

Çevresini üç kez tavaf edin,

Ve kapayın gözlerinizi korku dolu bir hayranlıkla,

Çünkü o çiçek özleriyle beslendi,

Ve cennetin sütünü içti.

14.12.2016