eskianadolu2ESKİ ANADOLU’DA ZANAATÇILAR

Anadolu insanı yerleşik yaşama başladıktan sonra, çeşitli el alet­lerini kullanarak yaşamını kolaylaştırmaya çalışır. Hayvan ev­cilleştirmekte, bitki yetiştirmekte ve tarımsal üretimden dolayı ürün faz­lası oluşturabilmektedir. Ürün fazlasını değerlendirmek, yaşamına kolaylıklar sağlayabilmek ve Ana Tanrıçasına hediyeler sunabilmek için tarım ve hayvancılığın dışında başka üretim alanlarına yönelme ge­reksinimi duyar. Neolitik dönemde, erkekler işbölümü gereği hayvan yetiştirmek, köy için gerekli altyapı çalışmalarını yapmak ve tarla açmakla uğraşırken, kadınlar bitki yetiştirmek ve onun uzantısı olan işlerle meşguldür. Tarımsal üretimin olmadığı mevsimlerde ise, kadınlar bu boş zamanı değerlendirmek için yeni işler bulurlar. Bu dönemlerde kadınlar ağırlıklı olarak önce çömlekçilik, daha sonra do­kumacılıkla uğraşırlar. Çatalhöyük ve diğer yerleşim merkezlerindeki kalıntıların gösterdiği gibi, bu yeni uğraş alanları dolayısıyla kadınların ev ekonomisindeki yeri daha fazladır ve aile bazında yönetimde kadınların egemenliği söz konusudur. Ancak genel bir köy ekonomisi düzeyinde duruma bakıldığında, köyü ilgilendiren yol, kanal gibi altyapı sorunlarının giderilmesi, hayvancılık ve tarla açma işleri erkek işleridir. Bu nedenle köyün genel sorunlarının giderilmesi ile ilgili işler erkekler tarafından yapılır.

Ekonomik hayat henüz tapmaklar oluşturacak kadar artıdeğer üretemediğinden ve işbölümü gereği, kadının ev ekonomisindeki üstünlüğü dolayısıyla, toplumda erkek egemen bir yapı olduğundan kesinlikle söz edilemez. Göçebe topluluklarda hayvan yetiştirme üzerine dayalı toplum ekonomisi erkeğe üstünlük tanırken, bu yeni yaşam tarzında kadın ve erkeğin ortaklaşa paylaştığı dengeli bir yönetim tarzı gelişmiştir. (1)

Ev ekonomisi çerçevesinde gelişen çömlekçilik, kadınların yerleşik düzene geçme aşamasındaki ilk zanaatlarıdır. Daha sonra iplik bükme, örme ve dokumacılık gelişmiştir. Neolitik köylere çok büyük katkılar sağlayamayan bu tür işler ev ekonomisi düzeyinde kalmıştır. Bu nedenle diğer tarımsal ve hayvansal üretim işleri ile uğraşmayıp sadece dokumacılık veya çömlekçilikle uğraşan aileler henüz yoktur. Bir erkek uğraşısı olan doğramacılık ise, henüz bir uz­manlık zanaatı olamamıştır. Bütün bu gelişmeler, her şeye rağmen ileride ortaya çıkacak uzmanlık zanaatlarının tohumlarıdır. Neolitik dönem çömlekçilik, dokumacılık, ekmekçilik, bira ve şarapçılık gibi zanaatların başlangıcıdır. Bu işlerle uğraşan zanaatçılar farkında ol­madan fizik ve kimya yasalarını yaşamı kolaylaştırmada kul­lanmışlardır. (2)

Sınıflaşma Başlıyor

Neolitik dönem sonrası evlerdeki tarımsal artı ürün depoları daha büyük depolara, yani tapınaklara taşınmaya başlayınca, yine ev­lerdeki Ana Tanrıça kültleri yerlerini ataerkil düzenin tapınaklarına bırakır. Tapınak atölyelerinde çalışan zanaatçılar eskisine göre uz­manlaşmışlardır. Artık kendileri için değil, devlet için üretirler. Yine de zanaat türlerinin çeşitlenmesi ile kendi kendine yeten Anadolu insanı, çeşitli zanaatlarla tapınak dışında da uğraşacaktır. Serbest çalışan bu zanaatçılar için evlerinin bir odası yeterlidir. Tapınaklarda zanaatçılar için gerekli olan hammaddenin uzak ülkelerden bulunup getirilmesi ve ürün fazlasının değerlendirilmesi ticaretle uğraşan bir sınıf tabakasının da oluşmasına neden olur. Uzmanlaşmış za­naatların ve ticaret ilişkilerinin ortaya çıkması toplum yapısında yeni tabakalaşmalara yol açar ve işbölümünün gelişmesini sağlar. Artık tarımsal üreticilerin ve çobanların yanı sıra, din adamları, zanaatçılar, tacirler ve hizmetkârlar sınıfsal yapıyı oluşturur. Bu oluşumun Ana­dolu’da, diğer yerleşim bölgelerine göre siyasi ve coğrafi koşullar gereği yavaş olması kentlerin geç oluşumuna yol açmıştır.

Orta Anadolu’daki bağımsız kent devletlerinden Kaniş (Kültepe) yakınlarında kurulan ve bir Asur kolonisi olan Karum’da, zanaatçılar ve tüccarlar oturdukları konutları aynı zamanda işyeri ve atölye ola­rak kullanırlar. Bu konutlar ticari yazışmalar ve depolama için de kul­lanılır. Kültepe’deki Karum, büyüklük, yoğunluk, sosyal tabakalaşma, örgütlenme düzeyi açışından büyük bir tüccar kentidir. (3)

Batıda, Troya H’de zanaatçılar toplumsal bir sınıf oluştururlar. Kral, yöneticiler, çiftçiler, zanaatçılar ve tüccarlardan oluşan tabakalaşmış yapı iyice belirginleşir. Küçük bir kent devleti olmasına rağmen çok uzun mesafeli ticaret ilişkilerinin merkezidir Troya. Ege Denizi’ndeki adaların yanı sıra, Orta Anadolu ile ticaret ilişkileri vardır.

Hitit Krallığının başkenti Hattuşaş ise, bir depolar kenti ni­teliğindedir; savaş ganimetleri ve vergi olarak alınan mallar şehirdeki tapınaklarda biriktirilir. Ticaret, Kültepe-Karum’daki gibi yaygın değildir. Bütün bu bolluk ortamı içinde zanaatçıların görevi sarayın ge­reksinimlerini karşılamaktır. İÖ 13. yüzyılda zengin sınıflar (saray men­supları ve din adamları) surlarla çevrili yukarı kentte otururlar. Za­naatçıların uğraştığı en yaygın iş, bronz eşya yapımıdır. Aynı zamanda, oturdukları konutları, tıpkı Karum’daki gibi atölye olarak kullanırlar. (4)

İÖ 1200 tarihi Anadolu’nun Güneydoğu Avrupa kavimleri ve Doğu Akdeniz kavimleri tarafından istila yıllarının başlangıcıdır. Büyük Hitit Krallığı’nı sona erdiren bu istila, yüzlerce yıl Anadolu’yu tahrip eder. İÖ 1200-750 yılları arasında süregelen bu dönem, Ana­dolu’nun karanlık çağıdır. Frigya Kralı Midas’ın krallığını kurduğu tarihe kadar süren bu dönem boyunca Anadolu, batıdan doğuya ta­mamen tahrip edilir.(5) Yaklaşık 300-400 yıl süren bu döneme ait hiçbir yeni yapıya ve sanat eserine rastlanmaz. Anadolu, ilkel ve yarı göçebe bir dönem geçirmiştir.

Friglerden önce, doğuda kurulan Urartu devleti 280 yıl yaşar. Tanında ileri düzeyde bir gelişme sağlayan bu devlet madencilikte de çok ileridir. Urartulu zanaatçılar, Hitit ve Asur etkilerinin hissedildiği maden işlemeciliğinde şaşırtıcı derecede güzel yapıtlar bırakırlar. Frigler ise, maden işlemeciliğin yanı sıra mobilyacılıkta da oldukça başarılı olurlar.

İÖ 11. yüzyıl ve 9. yüzyıl arası Ön-Asya’da süregelen yaşam biçimi, Yunanistan’daki gibi ilkel toplum yapısının son aşamalarını oluşturur. Hayvancılık ekonominin temelini oluştursa da, tarım be­lirli bir gelişme süreci içindedir. Homeros’un toplumunda, Yu­nanistanlıOdysseus ve Troyalı Paris de Troya’da savaşmadan evvel birer çobandırlar. O dönemlerde bir köle 4 öküz, bir büyük bakır kazanı da 12 öküzle ölçülendirilir. Hayvancılığın yanı sıra bağcılık, arpa ve çavdar ekimleri de yapılır. Diğer meslekler; dokumacılık, çömlekçilik, dericilik ve demircilik ise henüz gelişme aşamasındadır. Bu zanaatlarla uğraşan insanlar ancak sipariş ile işler alır ve kısıtlı miktarlarda üretim yaparlar. Sınıfsal bir yapı olarak kölelik zamanla gelişmekte ve gelecekteki köleci toplumun en büyük sınıfını oluşturma aşamasındadır.

Tanrılara Başkaldırış

Ön-Asya’da ve Yunanistan’da insanların Tanrılara başkaldırısı, sos­yal sınıfların ve köleci toplum yapısının eleştirisidir aslında. Doğuştan soylu sınıfına dahil olanlar, Tanrıların da yardımıyla toprağı, sürüleri ve köleleri ele geçirirler, toplumun temel üretim araçlarını gün ve gün güçlenerek ellerinde tutarlar. Ön-Asya kıyılarında Milet, Mytilene ve Samos ilk köleci sitelerdir. Yeni oluşan bu site devletleri, binlerce yıldır Ana Tanrıçanın barış ülkesini ataerkil bir yapıya dönüştürürler. Doğal olarak yoksul halk, soyluların arkasına aldığı Tanrılara başkaldırarak tepki verir. Tanrılara başkaldıran ölümlüler aslında her geçen gün köleleşen yoksul kitlelerin temsilcileridir. Köleci devlet düzeniyle sosyal sınıfların oluşması emeğin gücünü de ortaya çıkarır. Artık insanlar zanaatçılıkta Tanrılarla yarışa girerler.

Tanrılar, bu dönemde yeni oluşan sınıfsal yapı ile birlikte gelişen mesleklerin de temsilcisidirler. Demircilikle Hephaistos, dokumacılıkla Athena, gemicilikle Poseidon uğraşır. Apollon, rahiplerin ve kahinlerin, Hermes ise tacirlerin koruyucusudur. Tanrısal düzen bu şekilde gücünü korur. Bu düzene başkaldıranlar Tanrılar tarafından her fırsatta ce­zalandırılacaktır.

Prometheııs, Tanrılar dünyasında insanlar lehine ilk başkaldırandır. O, Tanrılardan öç almak için ilk erkek insanları, Tanrılar gibi duygusuz ve bencil olmasın diye gözyaşlarıyla sulandırdığı topraktan yaratır. Tanrıların sırrı ateşi insanlara getiren yine odur. Bu sim ele geçiren in­sanoğlu artık yarı yarıya Tanrısal yeteneklere erişmiş sayılır. Tanrısal düzene insanların lehine kafa tutan Prometheus, elbette ki Tanrılar tarafından cezalandırılacaktır. Bu yüzden de Zeus tarafından zincire vu­rulur. Tanrılar zincire vurulmuş Prometheus’un karaciğerini kemirtmek üzere her gece bir kartal görevlendirirler. Çok acı çeker Prometheus; Kafkas Dağı’nın tepesinde insanlardan yana olduğu için cezalandırılır. Ama yine de Tanrıların acımasız hışmından onu bir ölümlü kur­taracaktır. Kafkas Dağı’nın tepesindeki bu acımasız işkenceden onu Herakles kurtarır. Yoksul halkların umududur Herakles. Artık Tanrıların sırrı çözülmüş, ateş insanoğluna verilmiştir bir kez. Emeğin gücü, ateşi kullanarak Tanrısal sim aşacaktır. Tanrılar, ateşin insanoğluna ve­rilmesini hazmedemezler. Çünkü ateş Tanrısal düzenin koruyucusudur.

Tanrılar erkek insanların başına bela olsun diye ilk dişi insanı, Pan- dora’yı yaratırlar. Pandora Yunan mitolojisinin Havva’sıdır. O da erkek insanlar gibi Zeus’un buyruğu ile sanatçı Tanrı Hephaistos tarafından, su ve topraktan heykeli yapılarak yaratılır. Ona, bütün kötülüklerin ve acıların içine doldurulduğu kapalı bir kutu verirler. Pandora bir gün bu kutunun kapağını açar ve bütün kötülükler ve acılar dışarı çıkar. Sa­dece umut kalır kutunun içinde.(6) Ama Tanrıların çabaları boşunadır; artık insan soyları Tanrıların oyununa gelmeyeceklerdir.

eskianadoluİnsanoğlu Anadolu’da yerleşik düzene geçince üretmeye ve ürettiğini artırmaya başlar. Oluşan bu artıkdeğer yeni üretim biçimleri doğuracaktır. Anadolu’da zanaatçılar sayesinde üretim artmış ve çeşitli mallar üretilmeye başlanmıştır. Ancak uzmanlaşmış zanaatçılar az üretmekte ve onların ürünleri diğer ürünler gibi çabuk tüketilmemektedir. Ticaret yolu ile, uzmanlaşmış zanaatçıların değerli ve pahalı ürünleri diğer kentlere ve ülkelere gönderilmekte ve bu şekilde ticaret ilişkileri gelişmekteydi. Ama Anadolu’nun sık sık istila edilmesi, bu ticaret yol­larının kapanmasına ve bu ilişkilerin kesintiye uğramasına yol açar.

 

Genel olarak bu yazıda çömlekçilik, bakırcılık, demircilik ve dokumacılık gibi önemli zanaatların ortaya çıkması ve gelişim süreçleri incelenmiştir. Çeşitli tarihsel evrelerdeki benzerlikler ve bağlantılar zanaatların Anadolu’ya özgü yanlarını ve sürekliliklerini ortaya koymaktadır.

Çömlekçilik

Çanak çömlekçilik Anadolu insanının ilk el uğraşıdır. Çatalhöyük insanı koyu renkte cilalı çömlekler yapar. Önceleri Ana Tanrıçası için yaptığı çömlekleri sonraları günlük yaşamı için üretir. Hacılar’da krem rengi çömlekler işleyen Anadolulu, kalkolitik dönemde sarı, gri, kırmızı, kahverengiyi renklerine katar. Yüksek ayaklı kadehlere, iki kulplu maşrapalara Anadolu’nun çeşitli yerlerinde sık sık rastlanır.

Eski bronz çağında Troya’da, Polatlı’da, Kusura’da ve Beycesultan’da elle yapılmış, çömleklere rastlanır. Bu çağın sonlarına doğru teknoloji gelişir ve çömlekçi çarkı kullanılmaya başlanır. İÖ 3000 yıllarında Troya çömlekçiliğinin etkileri Yunanistan Yarımadasında görülür. Batı Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden Anadolulular, beraberlerinde sa­natlarını da taşımışlardır. Troya seramiklerinde görülen geometrik şekiller, alçak, yuvarlak gövdeli ve uzun ağızlı salçalıklar Ege’nin karşı kıyılarında yapılmaya başlanır.

İÖ 2800-2400 yılları arasında Anadolu’da metal işleme tek­niklerindeki gelişme yavaş olmasına karşın, çömlekçi çarkının kul­lanılmaya başlanmasıyla çanak çömlek üretiminde önemli artışlar olur. Çömlekçi çarkının Kültepe’ye ilk kez erken bronz çağında güneyden Kilikya veya Yukarı Mezopotamya’dan geldiği düşünülmektedir. Bu teknolojik gelişmenin Troya’ya ulaşması aşağı yukarı eşdeğer za­manlardadır. Kültepe’de bulunan çift kulplu bardaklar ve vazolar, kırmızı renkli çanaklar TroyaIl’dekilere çok benzemektedir. Bu ben­zerlik Orta Anadolu ile Batı Anadolu ticaret ilişkisini açıkça ortaya koyar. Kültepe ve Hitit Krallığı’nın başkenti Hattuşaş seramiklerinde geometrik desenlere, hayvan figürlerine sıkça rastlanır.

Hitit seramiği parlak kırmızı renkte, sert ve çıkıntılı bir profile sahiptir. İçki kapları aslan, koç veya boğa biçimindedir. Tanrılara ya da kutsal hayvanlara benzetilerek yapılan bu kaplardan içki içildiği zaman Tanrılarla bütünleşeceği düşünülür. (7)

Frigyalılar döneminde Anadolu’da Hitit seramiğinde görülen aslan ve boğa figürleri yerine, kuş, geyik gibi hayvan figürleri işlenir. Ge­ometrik şekiller seramiklerde yine bol miktarda kullanılmıştır. Doğudaki Urartu seramikleri de Hitit döneminin devamıdır; kırmızı ve devetüyü renkli kaplar Hitit çömleklerine çok benzer.

Maden İşlemeciliğinin Yaygınlaşmasına İlişkin Tezler

Anadolu’da maden işlemeciliğinin gelişmesi ve yayılması hakkındaki görüşlerden biri, İÖ 5000 yıllarından başlayarak Anadolu ve Avrupa iletişiminin başlamasına dayanır. Bu görüşe göre, Batı Ana­dolu ve Kafkasya’dan gelen kavimlerin yerli halklarla sentezi Anadolu’ya yön vermiştir. İkinci görüşü savunanlar ise, maden işleme tekniklerinin yayılma sürecini halk ve kültür sentezleriyle veya koloni hareketleriyle değil, uzun mesafeli ticaret ilişkileri ile açıklarlar. Arkeolojik araştırmalar Kafkasya, Elam, Doğu Anadolu, Karadeniz, Frigya, Lidya, Kıbrıs, Balkanlar ve Tuna Vadisi boyunca geniş bir alanda metal işlemede kullanılan aletlerin birbirinin aynı olduğunu göstermiştir.

Bakırcılık

Bakırın Anadolu’da erken işlenmiş bir maden olmasının iki ana ne­deni vardır. Bunlardan birincisi, kolay işlenebilir bir maden olması; İkincisi ise, erken bulunuşudur. İÖ 5000 yıllarında bakırı işlemeye başlayan Anadolu halkı çeşitli el aletleri yapar. Bu gelişme İÖ 4000’lerde Batı Anadolu’ya, daha sonra da Troya üzerinden Kafkaslar yolu ile Avrupa’ya yayılır. Madenciliğin, özellikle bakırın, bakır oksitten ayrıştırılması işi ile uğraşanların doğa ile savaşımları çok eski tarihlere dayanır. Bugün olduğu gibi, 5 000 yıl önce de metal ve maden işleri ile uğraşanlar doğaya zarar verenlerin başındadırlar. Bakır oksitin yüksek ısı derecelerine kadar ısıtılması için mangal kömürü ge­rekir. Bu iş için öncelikle kutsal ateş ve yaş ağaç gereksinimi vardır. Anadolu ormanları binlerce yıl bu amaçla yakılıp kömürleştirilmiştir. (8)

Kap kacak yapımında, süs takılarında, miğferlerde ve değişik yapı işlerinde hep bakıra rastlarız. Bakır, Anadolu uygarlığının ilk ma­denlerindendir. Uygarlığın her gelişim aşamasında, Hitit, Urartu ve Frigya’da hep karşımıza çıkar. Bakır işçiliği öylesine gelişmiştir ki, çoğu zaman bronzdan yapılmış bir buluntu ile bakırdan yapılmış olanı ayırt etmek çok güçtür. Önceleri eski çağlarda dinsel törenlerde kul­lanılan bakırdan yapılmış kaplar, sonradan ev yaşamına da girmiştir. Buluntulara göre, bu madenin en yaygın işlendiği yer Anadolu’dur. Çağlar boyu bakır işlemeciliği önce çoktanrılı dinler, sonra Hıristiyan ve Müslümanlığın etkisiyle değişim evrelerine girmiştir.

Demircilik

Mitolojide sanatçı nitelikleri ve el sanatları uğraşları ile tanınan iki önemli Tanrı, Hephaistos ve Athena, aslında Tanrıların ilişkileri so­nucu doğmamışlardır. Zeus Athena’yı kendi kafasından çıkarmış, Hera ise bu olayı kıskandığı için kimse ile sevişmeden kendi öfkesinden ve hırsından Hephaistos’u doğurmuştur. Hephaistos hem topaldır, hem de çirkin. Ama hiçbir Tanrının elinden gelmeyen işler gelir elinden. Her türlü madeni işleyip eserler yaratır, heykeller yapar. Tanrıların evlerini, aletlerini ve hatta silahlarını hep o yapar. Demirci Tanrı diye tanınır.

Ege insanı, ateşi armağan eden Promethus sayesinde Hep- haistos’un hüneri olan demir dövmeyi öğrenecektir. Ateşin gücü çok daha önceleri, Kızılırmak boylarında yaşayan halklar tarafından fark edilir. Yunan mitolojisi ilham kaynağını onlardan alır. Anadolu top­raklarında çok eskilerden beri maharetli maden ustaları yaşardı. Anadolu, Ege’ye göre çok daha gelişmiş bir maden işleme kültürüne sa­hiptir. Anadolu’ya Kafkasya üzerinden gelen kavimler ve daha son­rakilerin Anadolu halkıyla kaynaşmasından ortaya çıkan sentezin, maden işleme kültürünün temellerini oluşturduğu görüşü ağırlık ka­zanmaktadır. Bu görüş, demirci Tanrı Hephaistos’un sanatını Hi- titlerden öğrendiği sonucunu ortaya çıkarıyor. Troya’daki arkeolojik kazılar bu bağlantıyı açıkça belgelemektedir.

Demir, Anadolu’da yeni bir çağın başlangıcıdır. Önceleri süs takıları olarak kullanılan demir, altından değerlidir. Asur ticaret kolonileri ile başlayan ve Hitit-Asur ilişkisi ile gelişen ticaret ilişkilerinde demir ve demir işçiliğinin önemli bir yeri vardır. Demir öylesine önemliydi ki, yüzük, bilezik, kapı, pencere, hatta Hitit krallarının tahtları bile de­mirden yapılır. Demirden yapılan her şey, ister ev aleti olsun ister süs takısı veya savunma aracı, Anadolu’da büyük bir özenle süslenmiştir. Sonraları Frigyalılar ve Urartular günümüzde en değerli madenlerden yapılan süs takılarını özene bezene demirden yapmışlardır.

Demir işlemeciliği bakır madenine göre daha güç ve uzmanlık is­teyen bir iştir. Demir, bakıra göre daha düşük ısılarda ısıtılır, fakat bakır gibi soğuk değil, sıcak ve kor halde işlenir. Tanrısal bir zanaat .olmasının nedeni de bu olsa gerek. Demir işlemeciliği Anadolu ta­rihinde en büyük teknolojik gelişmedir. İşlenmesi daha ucuz olan ve bir defada büyük miktarlarda üretime ulaşılan bu yeni teknoloji sa­yesinde Ortadoğu’da ve Anadolu topraklarında büyük imparatorluklar dönemi başlamıştır.

İÖ 2000 yıllarında Hititler mangal kömürü kullanarak demir cev­herini eritmeyi, daha sonraları kor hale getirilen demire su vermeyi öğrenirler. Böylece, karbon oranı artırılan demir çeliğe dönüştürür. Teknolojik ayrıntıları olan bu maharet, demir, altın, gümüş ve bakır işleme zanaatlarına göre daha ayrıcalıklıdır. Demir üretimi, henüz hava körüklerinin gücünden yararlanılamadığı için, Fırtına Tanrısının Kızılırmak boylarında estirdiği rüzgârla sınırlıdır. De­mirden her türlü el, ev ve savaş aleti yapabilen Hititler, bu aletlerin yapımında diğer devletlerden üstün olduklarından bu tekniğin ülke dışına çıkarılmamasına özen gösterdiler. Hatta bir seferinde, HititKralı Hattuşil, Asur Kralı’nın isteğini çeşitli bahanelerle nazikçe red­dedecek ve demirin Hitit ülkesi dışına çıkarılmaması için askeri se­beplerden dolayı bir çeşit ambargo koyacaktır. (9)

Dokumacılık

İÖ 7500 yıllarında, Çayönü’nde koyunların evcilleştirilmesi son­rası dokumacılık yapıldığı ileri sürülse de, bu konuda ciddi bir kanıt yoktur. Ancak Anadolu’da dokumacılığın İÖ 6000 yıllarında Çatalhöyük’te başladığına dair kesin kanıtlar vardır. Anadolu dışında Yunanistan ve Girit’te İÖ 5500 yıllarında dokumacılık yapılmaya başlandığı dikkate alınırsa, bu el sanatının ilk olarak Anadolu’da or­taya çıktığı söylenebilir. Çatalhöyük’te bulunan karbonlaşmış bez parçalarının yünlü dokuma olduğu kanıtlanmıştır.- Hayvansal liflere dayalı dokuma türü Anadolu’da oldukça köklü bir tarihe dayanır.

Kalkolitik dönemde fazla bir değişikliğe uğramadan devam eden do­kumacılık sanatı, erken bronz çağı ile birlikte önemli bir teknolojik gelişme göstermiş, Anadolu’da ilk kez dokuma tezgâhı ağırlıkları kul­lanılmaya başlanmıştır. Bu dönem, uzmanlaşmış dokumacılık döneminin de başlangıcıdır. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde, İkiztepe’de çok sayıda tezgâh ağırlıklarına rastlanmıştır. Bu özelliğinden dolayı İkiztepe Anadolu’daki ilk dokumacılık merkezlerinden biri sayılabilir. Aynı dönemde Batı Anadolu, Troya ve Yunanistan’da da dokuma tezgâh ağırlıklarının kullanılmaya başlanması, dokumacılık alanındaki gelişmenin hızlı yayılımını gösteriyor.(10)

Dokuma tezgâhı ağırlıklarının yanı sıra, bitkisel liflerin de ham­madde olarak kullanılması dokumacılığın bir sanayi haline gelmesine ve bu çerçevede ticaret ilişkilerinin başlamasına yol açmıştır. Keten, özellikle Mezopotamya ve Mısır’da İÖ 4000 yıllarında dokumacılıkta kullanılmaya başlanmıştır. Anadolu’da iklim koşulları Mısır ve Me­zopotamya’ya göre daha soğuktur. Bu nedenle keten dokumacılığı

erken dönemlerde bir gelişme göstermemiştir. Yün dokumacılığı daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. İÖ 2000 yıllarına ait Kültepe tabletlerinden de anlaşılacağı gibi, Anadolu’da büyük çapta bir dokumacılık ticareti yapılamamıştır. Hitit dönemine özgü keçi kılı dokumacılığı, Ankara ve çevresinde yetişen tiftik keçisinin önemini tarih öncesinden günümüze aktarır.(11)

Daha önce de söz edildiği gibi, nakış işlemeciliği ile ünlü Tanrıça Athena normal bir cinsel ilişki sonucu değil, Zeus’un kafasından çıkmıştır. Aslında Zeus, Tanrıça Metis ile birleşir. Bilgelik sembolü Tanrıça doğuracağı zaman, Tanrıların babası onu aldatıp yutar. At­hena bu şekilde Zeus’un kafasından çıkarak doğar. İlyada!da Savaş Tanrıçasıdır ve Troya önlerinde her zaman Akhalar’dan yana çıkar. Odysseia’daise, Odysseus’u zorlu serüvenlerinde akıl ve erdemi ile hep onu korumuştur.

Lidya Krallığı dokuma kumaşları ve renkli yünleri ile tanınırdı. Özellikle Kolophon ve Miletos kentleri dokumacılık ve yün boyamacılıkta Atinalıları kıskandıracak derecede ünlüydüler. Tarihten önceki çağlarda kadın giyim modası, farbalalı etekleri ve giysileri, bu kentlerin Akdeniz ve Karadeniz’deki kolonileri vasıtasıyla dünya pa­zarlarına ulaşıyordu.(12)

İnsan, Tanrı’dan Daha İyi Nakış Yapınca

Eski bir efsaneye göre Kolophon’da İdmon adında yaşlı bir kumaş boyacısı varmış. İdmon’un nakış yapmada, kumaş boyamada öylesine hünerli bir kızı varmış ki, kızın ünü Anadolu topraklarını dahi aşmış. Arakhne adlı bu kıza dağlardan, ormanlardan gelen periler dahi şaşarlarmış. Onun dokuduğu kumaşların, yaptığı nakışların ben­zerlerini gören olmamış. Arakhne sadece kendisi nakış yapmakla kal­mayıp, bu güzel hünerini çevresindeki bütün insanlara da öğretiyormuş. Bu becerileri Tanrıça Athena’dan mı öğrendiğini soranlara ise çok kızıyor ve kendi başına öğrendiğini söylüyormuş. Bu durum Athena’nın hoşuna gitmemiş, bir kocakarı kılığına giren Tanrıça, Arakhne’nin yanına gitmiş ve daha alçakgönüllü olması ve Tanrılara saygılı olması konusunda kıza öğütler vermiş. Arakhne bu öğütlere aldırmamış ve hatta daha da ileri giderek, gerekirse Tanrıça Athena ile nakış işlemede yarışabileceğini söylemiş. Bu duruma iyice kızan Athena, kim olduğunu açıklayarak Arakhne ile gefgef başında başlamış yarışmaya. Athena, Olympus Tanrılarını nakışına işlerken, Arakhne ise Tanrıları aşağılayıcı bir şekilde, onların zamparalıklarını ve önemsiz serüvenlerini nakışına işlemiş. Athena bakmış ki, Arakhne’nin nakış­ları onunkinden çok daha güzel, bir ölümlünün bu sanatı kendisinden daha iyi yapabilmesini hazmedememiş. Tanrıça hırsından Araknhe’ningefgefini kırmış, nakışlarını yırtmış. Kızcağız üzüntü-sıinden kendini asmış. Öfkesini yenemeyen Athena onu asılı durduğu yerde örümceğe çevirmiş. (13)

Miletos’taki buluntulara göre, Tanrıçanın lanetlediği Arakhne’nin sembolü olarak eski paraların üzerinde örümcek kabartmalarının bu­lunması, her şeye rağmen Lidya halkının bu insana sevgisini ek­siltmediğini gösteriyor.

Anadolu’da zanaatların ortaya çıkma ve gelişim süreci, Anadolu ta­rihindeki değişik toplumların birbirleri ile bağlarını ve oıtak öğelerini ortaya koymaktadır. Çatalhöyüklü kadın dokumacılar ile Frigyalı tiftik dokumacıları arasındaki bağlantı, Bizanslıdan Osmanlıya, Osmanlıdan da günümüzdeki Ankaralı dokumacı kadınlara yansımıştır.

 

KÜRŞAT BAŞDEMİR

 

DİPNOTLAR :

 

  1. Şenel, İlkel Topluluktan Uygar Topluma, Bilim ve Sanat Yayınlan, 1982. s. 164-165.
  2. İbid, s.213
  3. Aklüre, Anadolu’da Bronz. Çağı Kentleri, Tarih Vakfı Ylırt Yayınları. 1994, s. 182.
  4. İbid. s. 183.
  5. Akıırgal, Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınları, 1987, s. 139.
  6. Erhat, Mitoloji Sözlüğü, “Pandora” maddesi, Remzi Kitabevi.
  7. Meydan Lamusse Ansiklopedisi, “Çömlekçilik” maddesi
  8. Aktüre. age, s.95.
  9. R. Gurney, TlıeHinites. PenguinBooks, Londra, s.67-68.
  10. İ. Fazlıoğlıı. Eski Çağda Dokuma. Eskiçağ Bilimleri Enstütüsü Yayınları, İstanbul,1997,s.3-4.
  11. İbid, s.5-6.
  12. Halikarnas Balıkçısı. Anadolu Efsaneleri. Bilgi Yayınevi, 7. Basım, 1992. s. 121-122.
  13. Erhat, age, Arakhne maddesi