HABERİN VAR MI?

Ayın kaybolduğu yıldızsız gecelerde bir türlü şafak sökmüyordu. 

Karanlığın derinliğine giden kıvrımlı ırmaktaki görünmeyen bir kayıkta derinlere iniyordu. Küreğin suda çıkardığı ses zamanın ritmiydi artık. Biliyordu nehrin uzaklarına bir yerlerde ışığı tekrar görecek ve gün yeniden doğacaktı. 

“Haberin var mı” haykırışları bir kurtuluş umuduydu onun için. Kimsenin duymadığı yalnızlık aleminin çığlıklarıydı. 

Her gece yüreğinde söndürdüğü ateşi günışığı ile defalarca yeniden yeniden yaktı. 

Baharı sevdi leylak zamanı ile. 

O günlerde minik bir çocuğunki gibi kırlangıç kanadına dönüştü yüreği. Onu kırlangıçlar ülkesine uçurdu. Gelincik desenli dağların, koyu yeşil ırmak boylarından geçti. 

Munzur vadisinde koşuşturan hırçın tayları gördüğünde hınzırca gülümsedi.

Hanımelleri açtığında gecekondu mahallesinde, bütün kızlar hanımeli koktu, hepsine birden aşık oldu. Herbirine ayrı ayrı şiirler yazdı, besteler yaptı. 

Sonra terki diyar etti koca Şehri İstanbul’u. Bu kez yüreği bir kırlangıç değil, minarelerin arasından denize süzülen yaralı bir martı kanadıydı. 

Gece, gündüz ve yine gece. 

Yağmur çiseledi, sonra sert bir rüzgar esti meçhul diyarlara doğru. 

Martıyı düşündü, ulaşmış mıydı acep karaya? 

İç çekti umutsuzca gülümseyerek.

O yıldızların gölgesiydi karanlık gecelerde. Yıldızlar isi silinmiş parlak bir lamba gibi parlardılar gökyüzünde. Onun ışığı ise bir ateş böceği karar güçsüzdü. Ama o ateş böceği sihiri ile aydınlatırdı bütün yıldızları.

Bir gece aniden hüznü öfkeye dönüştü. Büyük bir ateş yaktı zifiri karanlık gecede. 

Birden meçhul sert rüzgar esti son kez ona doğru.

Külleri havada uçuşurken, Kırlangıçlar yurduna varmadan son sözlerini fısıldadı:

“Seni seven öldü zalim, haberin var mı?” 

Hasan Hüseyin Demirel anısına.