KAHVERENGİ DÜĞMELER

Geçenlerde gardırobumda bahar temizliği için bütün giysilerimi yere döktüm ve atmam gerekenleri ayırmaya başladım. 

Yıllardır giymediğim ceketimi elime aldım ve tam da atılacak olanlara ayırıyordum ki, kahverengi deri düğmelere gözüm takıldı.

Atamazdım bu ceketi! 

Tekrar diğer tarafa, kalacak olanların yanına koydum.

Ceketi niye atmadığıma gelmeden önce, tuhaf bulabileceğiniz bazı alışkanlıklarımdan bahsedeceğim size.

Pek öyle giysi fetişisti değilimdir ama bazı eşyalarıma karşı vazgeçilmez bir tutkum vardır. Örneğin şu an üzerimdeki balıkçı yakalı kazak en az yirmi yıldır giydiğim bir giysidir. Etrafımdakilerin yoğun baskılarına rağmen giymeye devam edeceğim.

Bir keresinde üzerinde beyaz noktalı deseni olan petrol rengi bir ceket almıştım. Eşim beyaz noktaların çok çirkin olduğunu, üstelik o dönemin çöpçü kıyafetlerini andırdığını ve almamam gerektiğini ısrarla söylese de, ben kararımı vermiştim. 

Eve geldiğimizde elime ispirtolu lacivert bir kalem aldım ve sabaha kadar beyaz noktaları tek tek laciverte boyadım. 

Ertesi gün eşim uyandığında şaşkına dönmüştü ama yine de beğenmemekte ısrarlıydı. İlk yağmurda lacivert boyanın akacağını söyledi.

İşte ben o zamanlar bu petrol rengi ceket sayesinde şemsiye kullanma alışkanlığı kazandım.

Neyse, konudan fazla sapmayalım. Sanırım 90’lı yılların sonuydu ve her defasında sağda solda unuttuğum şemsiyemin olmadığı yağmurlu bir günde İstiklal caddesinde bir mağazadan ucuz bir ceket satın almıştım. Bana göre çok güzel bir ceketti ve fakat tek kusuru düğmeleriydi. 

O zamanlar hatırlar mısınız Çiçek Pasajı’nın yakınında Balıkçı pazarının bulunduğu Sahne Sokağın girişinde birbirine bitişik küçük barakalardan oluşan tuhafiyeci dükkanları vardı. 

Hem yağmurdan kurtulmak, hem de yeni ceketime düğmeler almak için caddeye en yakın olan küçük dükkanlardan birine daldım. Ceketi çıkardım ve satıcıya ona uygun düğmeleri çıkarmasını söyledim. 

Satıcı dört beş çeşit düğme çıkardı ben onlar arasından uygun olanı seçmek için düğmeleri incelemeye başladım.

Tam o sırada içeriye beyaz pardesülü, uzun boylu zayıfça, orta yaşın biraz üzerinde bir kadın girdi. Beceriklice şemsiyesini kapattı. 

Satıcı benimle ilgilenmeyi bıraktı kadının sorduğu kurdelalardan renk renk çıkarıp tezgahın üzerine koydu. 

Benim düğmelere ilgim dağılmış, yan gözle kadını inceliyordum. Hafif bir gülümsemeyle önce yüzüme sonra da düğmelere baktığında etkileyici yüzündeki solgunluk kaybolmuştu. Bense çaktırmadan onu izlemenin suçluluğu ile kızarmıştım. 

“Şu kahverengi olanı alın” dedi. “Ceketinizle çok uyumlu.” 

Aslında ben o düğmeleri önceden beğenmemiş ve elemiştim ama o an sadece “Haklısınız” diyebildim. Düğmeleri aldım ve dışarı çıktım. Kadın ardımdan gülümseyerek baktı. 

İçimden şimdiye kadar düğme alan bir erkek hiç görmemiştir diye geçirdim.

Yağmurda Taksim’e doğru koşuşturmaya başladım. 

Kimdi bu kocaman etkileyici gözleri olan kadın?

Yol boyunca kim olduğunu düşündüm. Minibüse bindiğimde sırılsıklam olmuştum.

Minibüs İnönü stadının önünden geçerken birden gözlerimde bir ışık çaktı! 

80’li yılların sonuna kadar aylık çıkan “Yeni Düşün” dergilerinden birindeki resmi gözlerimin önüne geldi. 

Nasıl da hatırlayamamıştım. Üstelik öykülerini ve yazılarını okuyabilmek için bütün bir ayı sabırsızlıkla beklediğim “Tomris Uyar’ı.” tanıyamamıştım.

İşte o gün bu gün o eski ceketi atamam. Çünkü düğmelerini dört büyük şairimizin aşık olduğu uğruna şiirler yazdığı o kadın seçmişti.

Bugün Ülkü Tamer’i kaybettik. 

Ülkü Tamer deyince aklıma hep küçüklüğümde okuduğum mavi ciltli Milliyet Yayınları kitapları ve bir de Tomris Uyar gelir.

2 Nisan 2018