KÜMESİN DAMI

Altmışlar ve yetmişlerde sinema her şeydi biz o dönemin çocukları için. Spagetti western filmlerini sinemalarda oynamaya yeni başlamıştı. Bilet fiyatları pahalı olduğundan okul sonraları Halk Kütüphanesi’ne gidiyormuş gibi yapıp, soluğu Büyük Sinema’nın kapısında alıyorduk. 

Haçlıklarımız yetmediği için sinemanın kapısında bilet kesen Mehmet abinin (Neni) inisiyatifine kalmıştık. Keyfi iyi olduğu günlerde filmi başından sonuna seyretmemize izin verirdi.

Bazen sinemadan çıktığımızda epeyce geç olduğunu fark etmez karanlıkta Şehrin en uzak noktalarından birinde olan evimize dönerken başımıza geleceklerin huzursuzluğu ile koştururduk.

Evimizin bahçesindeki tulumbadan oluk oluk su aktığı gün hatırladığım kadarı ile babamın en mutlu günüydü. Kiraz, vişne, kayısı ağaçları ve güllerle bezenmiş bahçemizi çöl ortasında bir vahaya dönüştürmüştü su. Babam bahçenin bir köşesine de hem kışlığı, hem de yazlığı olan 30 tavuk kapasiteli dev bir kümes yaptırmıştı. (Bugünlerde o boyutlardaki mekanları yüksek fiyatlara 1+1 rezidans diye satıyorlar.)

Bu kümes benim çocuk dünyamda kışları Kanada’daki Ontario kalesi, yazları ise Nevada çöllerindeki Kulver Kalesiydi. Tabi ki ben de, kışları Kaptan Swing, yazları ise Yüzbaşı Tommiks’tim.

Kümesin damında uzaklardan sadece bir kaç yapının gözüktüğü bozkıra gözlerim dalar, tozlu yoldan (Sivas Caddesi) seyrek geçen at arabaları ve kamyonları izlerdim. Bu manzara benim için Kilyos kumlularında çekilen Türk Western filmlerinden çok daha sahici idi. Sessizliği western film müziklerinin değişmez enstrümanı And Dağları pan flütünü ıslıkla taklit ederek yenmeye çalışırdım.

Beni en çok heyecanlandıran şey uzaklarda toz bulutunun içinde hızla giden krem rengi uzun bir Amerikan arabası idi. Ayağa kalkar iki buçuk metre yüksekliğindeki kümesin çatısından aşağı atlar, “geliyorlar! Geliyorlar!” diye hızla arabaya doğru Arkamda kardeşim ve tam üç tane köpekle koşardım. Bu mesaj annem için hemen çayı hazırlama ve elmalı kek yapma anlamına geliyordu. Gelenler orta yaşın biraz üzerindeki, “Güler yüzlü Kahraman Şerif” ve ailesiydi. En küçüğü benden bir karış büyük olan 4 tane kızı vardı şerifin. Ve ben bu “Calamity Jane’lerin” dördüne birden aşıktım.

Sonra hayatımızın değişmez parçası sandığımız “Kahraman Şerif” hiç beklemediğimiz bir anda bu dünyadan göçüp gitti. Şerifin eşi, çocukları ile beraber başka bir kente taşındı. Ama şerifin gülen yüzü aklımdan hiç çıkmadı.

Sessiz günler başlamıştı yine kümesin damında. Karşımdaki görüntü benim için artık Dino Buzzatti’nin romanındaki umutsuz Tatar çölüydü.

Bu sakinlik bir sabah uyandığımızda homurtulu bir gürültü ile bozuldu. Bahçemizin önünde bir kepçe ve kocaman bir yükleyici pervasızca toprağı kazıyordu.

Panik halinde pijamalarımla yataktan fırladım, bahçe duvarının üzerindeki dikenli tele tırmanarak kazılan alana koştum. Toprağın içindeki doğal yuvalarında yaşayan köpek yavrularını kucakladım ve yırtık pijamama sararak eve getirdim.

Uzaktaki toprak yol artık altı şeritli caddeye dönüşüyor, önümüze ise birbirine bitişik üç dev apartman inşa ediliyordu. Önceleri bir daha toz olmayacağına sevinen annem kuzeye bakan evimizin önünün büsbütün kapandığı için sonraları çok üzülmüştü.

Apartmanların yapımı bittiğinde kümesten kalemin görkemi tamamen kaybolmuştu. Artık sessiz bozkır manzarası yerine, balkonlarında çaylarını yudumlarken bizi seyreden yeni komşularımızı görüyordum.

Madem kalem artık işlevini yitirmişti. Biz de kardeşimle kümesin damını gönüllü onlarca seyircisi olan bir tiyatro sahnesine çevirdik. Annemin eski giysilerini evden yürütüp makasla keserek Bizans kostümleri, fasulye sırıklarından mızraklar yapıyorduk. Hakkını yemeyim annem bile bu işten hoşlanmış, dikiş makinasında rengarenk kurdeleli pelerinler dikiyordu.

Tek sıkıntımız sahneye koyduğumuz oyunlar esnasında vakitsiz öten horoz ve bazen gerçekle oyunu birbirine karıştırıp trajik sahnelerde hüngür hüngür ağlayan kardeşimdi.

Geçen yıl yaklaşık yarım asır yıl sonra mahallemize geldiğimde evimizin yerindeki apartmanı ve tamamen betonla kaplanmış olan bahçemizi gördüm. Geçmişi anımsatacak hiçbir şey kalmıştı. Çocukluğumun kovboyları ve Kızılderilileri vahşi inşaat müteahhitlerinin yanında çok masum kalıyordu.

Şimdi soracaksınız, güler yüzlü sevimli şerifin kızlarına ne oldu diye;

Kızlardan biri hep uzaklarda, masal diyarlarında yaşadı. Sonra da bilinmezlerle dolu çok uzak başka bir masal diyarına gitti.

Ancak yaşamım boyunca çok az görüşsem de, onlara sevgim hiç eksilmedi.

22.07.2017